Türk Şiirlerinden Seçmeler ve İngilizceleri, İngilizce Şiirler Türkçe Çevirileri
Birçok şiir vardır. Kendinizi bulduğunuz, size yakın hissettiğiniz. Kimi şiir içinde rüyalarda gezersiniz, kimisinde ise duygularınız kabarır. Bu yazımızda seçtiğimiz bazı İngilizce şiirin Türkçe açıklamalarını veriyorum. Tabi sadece İngilizce şiirlerle kalmıyoruz. Seçmece Türkçe şiirlerin İngilizce çevirileri de mevcut. Umarım işinize yararlar.
SENSİZ OLMAK İSTEMEM
İstemem dünyaları verseler Taçlar, tahtlar vadetseler Kalmak istemem tek başıma sensiz, sessiz O kadar kolay değil senden vazgeçmek Istemem, sensiz olmak istemem.
I WOULDN’T LIKE TO BE WITHOUT YOU
I wouldn’t like the world if given If crowns and thrones were promised, I wouldn’t like to stay without you and quiet It is not so easy to desert you I wouldn’t like it, wouldn’t like to be without you.
FİL ÇOCUK
Afrikalı bir zenci çocuk Büyücü çırağıymış Fili insan yapayım derken Kendini fil yapmış
Dağlarda, bayırlarda Gezerken ayağına Kocaman bir diken batmış Filin canı çok acımış
Aslandan, kaplandan, kartaldan Tilkiden, kurttan, baykuştan Tavşandan yardım istemiş Fili gören korkup kaçmış
Fil ağlana, sızlana Köyüne geri dönmüş Anası, babası, amcası Çocuk sesli filden kaçmış
Fakat cesur Toro Moro’nun arkadaşı Korku nedir bilmezmiş Dikeni çekip çıkarmış
Moro hep fil kalmış Toro’dan ayrılmamış Onların öyküleri Dünyada destanlaşmış.
ELEPHANT BOY
An African Negro Boy Had been a magician’s apprentice Had changed himself into an elephant Instead of changing an elephant into human
While he had been walking, In the fields and mountains A huge thorn had pricked his foot The elephant had felt too much pain
He had asked the lion, the tiger, the eagle The fox, the wolf, the owl The rabbit for help Whoever had seen the elephant had run away.
Mourning and crying The elephant had returned to his village His mother, father, uncle Had escaped from the elephant with childish voice.
But brave Toro Moro’s friend Hadn’t known what fear had been Had pulled the thorn out.
Moro had been an elephant forever Hadn’t left Toro Their story had become Legendary in the world.
BİR TEK SEN VARSIN
Yıldızlar gökyüzünün tavanına asılmış Ansızın yanıp sönen birer mum ışığı Ağaçlar toprağın kara bağrından fırlamış Zamansız rüzgarlarla sallatırlar beşiği
Doyumsuz aşkınla aylar var ki kalbimdesin Seni ne kadar çok sevdiğimi bilmelisin Boş sözlere aldırma eller ne derse desin Seven kalpler yaşatacak aşklarla aşığı
Bir tek sen varsın benim için özlem doluyum Beklentim son bulsun artık bana gel bebeğim Öyle büyük olsun ki aşkın hayret edeyim Aşkın yanında sönük kalsın güneş ışığı
YOU ARE THE ONE
The stars had hung to the sky’s roof As if they had been a glimmering candle light The trees had come out from the earth’s deep heart, Had got the cradle to wag with untimely wind.
You’ve been in my heart with your endless love for months You must know how much I love you Don’t care about nonsensical words, let strangers talk Loving hearts are making the lover live with love
You are the one for me, I am full of longing Come to me baby, make my expectancy end Have such a great love that astonishes me Let the sunshine become dull near your love.
SEN YOLUNA BEN YOLUMA
Seninle ben, Ne kadar güzel günler yaşamıştık birlikte Bilirdik ki bu günlerin yarınları olmayacak Birkaç haftalık tatilde dostça bir arkadaşlık Mehtaplı gecelerde, ağaçların altında Yalnızlığın kollarında sohbet ederdik
Zenginlikten, yoksulluktan, mutluluktan, mutsuzluktan Servetten, sefaletten uzun uzun konuşmuştuk Belki de çaresini bulmuştuk Şimdi burada bizim yollarımız ayrılıyor Sen yoluna, ben yoluma
Aramızda derya deniz, yüce dağlar olsa ne olur? Unuturum sanma sakın, ismin kalbimde yazılı Güle güle dert ortağım, güle güle arkadaşım Belki bir gün bir yerlerde karşılaşırız seninle Eski günleri anarız, gelecekten bahsederiz Güle güle dert ortağım, güle güle arkadaşım.
YOU TO YOUR WAY, I TO MINE
You and me, How wonderful days had we lived Knowing that those days wouldn’t last A nice friendship during a few-weeks-holiday During the moonlit nights, under the trees In the arms of loneliness we would chat
About richness, poverty, happiness, unhappiness Fortune, misery for long hours Perhaps we had found its remedy Now our ways are separated You to your way, I to mine
What would happen if there were seas, high mountains? Since your name is carved on my heart, don’t think I’ll forget about you Goodbye my sympathetic ear, goodbye my friend We might meet somewhere one day We would talk about the past and future Goodbye my sympathetic ear, goodbye my friend.
KÜÇÜK ÇOCUK
Gözlerinde inci, yüreğinde sancı Karanlıkta kaybolmuş ağlıyor küçük çocuk Belki evin yokmuş senin, anan-baban yokmuş senin Kimselerin yokmuş senin, belki seni hor görmüşler Ne olursa olsun, olsun, ne olursa olsun Zaman akıp gidecek, günler gelip geçecek Belki bir gün gelecek teselliyi bulacaksın küçük çocuk.
Gözlerinde inci, yüreğinde sancı Karanlıkta kaybolmuş ağlıyor küçük çocuk Türlü türlü derdin varmış, dertler seni senden çalmış Hakkın olan üç kuruşu o yabancı eller almış Ne olursa olsun, olsun, ne olursa olsun Zaman akıp gidecek, günler gelip geçecek Belki bir gün gelecek teselliyi bulacaksın küçük çocuk.
LITTLE CHILD
With pearls in his eyes and pain in his heart The little child is crying being lost in darkness You mightn’t have a house or parents You mightn’t have anybody, you might have been scorned Whatever happens and happens The time and the days will pass One day might come and you might be consoled little child.
With pearls in his eyes and pain in his heart The little child is crying being lost in darkness You’d had various troubles making you get lost Strangers had taken the little money you deserve Whatever happens and happens The time and the days will pass One day might come and you might be consoled little child.
Hiroshima Child
I come and stand at every door But none can hear my silent tread I knock and yet remain unseen For I am dead for I am dead
I’m only seven though I died In Hiroshima long ago I’m seven now as I was then When children die they do not grow
My hair was scorched by swirling flame My eyes grew dim my eyes grew blind Death came and turned my bones to dust And that was scattered by the wind
I need no fruit I need no rice I need no sweets nor even bread I ask for nothing for myself For I am dead for I am dead
All that I need is that for peace You fight today you fight today So that the children of this world Can live and grow and laugh and play
Kız Çocuğu
Kapıları çalan benim kapıları birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler
TO A TRAVELLER
Stop wayfarer! Unbeknownst to you this ground You come and tread on, is where an epoch lies; Bend down and lend your ear, for this silent mound Is the place where the heart of a nation sighs.To the left of this deserted shadeless lane The Anatolian slope now observe you well; For liberty and honor, it is, in pain, Where wounded Mehmet laid down his life and fellThis very mound, when violently shook the land, When the last bit of earth passed from hand to hand, And when Mehmet drowned the enemy in flood, Is the spot where he added his own pure blood.
Think ,the consecrated blood and flesh and bone That make up this mould, is where is where a whole nation, After a harsh and pitiless war; alone Tasted the joyce of freedom with elation.
Bir Yolcuya
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda, Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda, İstiklal uğrunda, namus yolunda, Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele, Mehmed’in düşmanı boğduğu sele, Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin, Bir harbin sonunda, bütün milletin, Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
TO THE MARTYRS OF CANAKKALE
This Dardanelles war – without equal in the world Four or five mighty armies are pressed and are hurled To reach the Sea of Marmara by hill and pass So many fleets have surrounded a small mass…
The Old World and the New World, all have come this way, Bubbling like sand, like a flood, or like Judgement Day; The seven climes of the world stand opposite you Australia, beside which observe Canada too!
Different are these hordes in face and skin and sound Only their violence, forsooth, is equal all round. Outstretched he lies there, shot right through his spotless brow, For this Crescent O Lord, what suns are setting no.
O soldier, for this earth’s sake fallen to the dust, If your heavenly forbears kissed your brow, “twere just” Brave you are, your blood makes “God is one” victorious, Only the lions of Badr could be as glorious.
Who can dig a sepulchre great enough for you? History itself, say I, cannot contain you. That book records the epochs upturned in this race… Eternities are needed to give you your place.
You, who destroyed the onslaught of the last crusade, From the dearest sultan of the East, Saladin, And from Kılıç Arslan who earned high accolade You who took the iron hoop hemming Islam in
And shattered into pieces on your own strong breast You with whose spirit move the legends of your name The iron hoop that robbed Islam of all its rest; Ages of history overflow with your fame…
No more these horizons for you no more this test… Martyr son of martyr ask me not for a grave, The prophet open armed awaits his warrior his warrior brave.
Necmettin Halil Onan Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- “Bu bir Avrupalı!” Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında, Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ… Hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz… Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam, Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak, Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler… Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te’sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i… Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? “Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb… Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. “Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına; Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana… Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran… Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât! Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.
THE OLD MAN’S TEARS
Once upon a time I had watched a play somewhere There was a curled old man in that play Wearing ragged clothes Having meaningless glance in his eyes Being too old, having no energy left, and being deserted, Left alone, having lived nothing
His tears had neither stopped nor finished He had so much trouble that hadn’t ever finished Breathing was his profit, living was his only ambition Having played the greatest tragedy in the world On the life stage without curtains He had passed on, do you have a clue?
YAŞLI ADAMIN GÖZYAŞLARI
Yıllar önce bir yerlerde bir oyun seyretmiştim Bu oyunda iki büklüm yaşlı bir adam vardı Yırtık pırtık elbise vardı üstünde Anlamsız bakışlar vardı gözünde Yaşı geçmiş, işi bitmiş, terkedilmiş Yalnız kalmış, yaşamamış ihtiyarın
Yaşlı adamın gözyaşları durup dinmek bilmezdi Dertler ne kadar fazla bitip tükenmek bilmezdi Nefes almak kazancıydı, yaşamak tek amacıydı Perdesi olmayan bu hayat sahnesinde Dünyanın en acıklı oyununu oynadı Göçtü gitti aramızdan, haberin var mı?
WHY FALLING IN LOVE WİTHOUT BEING LOVED ?
If eyes see, heart likes and falls in love The passion to meet lights fire Reality and dream get mixed into each other One moment comes and arched eyebrows are frowned.
He had loved a lot of beautiful ones without being loved He knows that there is no remedy for this trouble The lover also bears the trouble Why falling in love without being loved?
Days full of hope and expectation Passed with happiness and grief We had tried hard but too hard But couldn’t answer the riddle called love.
AŞIK OLUP SEVİLMEMEK NEDENDİR ?
Göz gorse, gönül sever, aşık olur Kavuşmak tutkusu bir ateş yakar Hayal, gerçek birbirine karışır Bir an gelir hilal kaşlar çatılır.
Çok güzeller sevmiş, seveni olmaz Bilir ki, bu derde çare bulunmaz Seven aşık dert yükünü çeker de Aşık olup sevilmemek nedendir?
Umutlar, ümitlerle dolu günler Sevinçler, kederlerle geçti günler Çok ama pek çok uğraştık yine de Aşk denen bilmeceyi çözemedik.
YEARS HAVE PASSED SINCE SPLITTING UP
Years have passed since splitting up, who knows where you are? I could do anything to see you and hear your voice Your jetblack eyes, your wavy hair are unforgettable Never think you’ve been forgotten, you’re always on my mind without being forgotten.
Your memory had stayed somewhere deep in my heart The oppressive years had pulled you away from me Noone has said “I love you” except you Noone has known our love except us I am left alone and our love has become a song I have been thinking of you with this song.
AYRILALI YILLAR OLDU
Ayrılalı yıllar oldu, şimdi sen kimbilir nerelerdesin? Seni görebilmek için, sesini duyabilmek için neler vermezdim Simsiyah gözlerini, dalga dalga saçlarını unutmak mümkün değil Unutuldum sanma, her zaman aklımdasın unutulmuş değilsin.
Kalbimin bir köşesinde hatıran kalmış O zalim yıllar seni benden çekip almış Bana senden başkası seviyorum demedi Aşkımızı bizden başka kimse bilmedi Sensiz kaldım aşkımız bir şarkı oldu Yıllardır ben bu şarkıyla seni anarım.
THE KANGAROO WITHOUT ITS CHILD
A kangaroo hadn’t been able to have a baby It had adopted a rabbit and had put it into its bag The kangaroo had been happy and so had the rabbit But the others had been angry so,
They had made a plan to get rid of the rabbit They had kidnapped the rabbit while sleeping The kangaroo had seen her empty bag when she had woken up She had been shocked and sorry
And had made an arrangement with the poisonous snake In the bag had been the snake and the kangaroo among the others Being afraid of the snake the others had given the rabbit back And they had said that that was a plan in a plan.
YAVRUSU OLMAYAN KANGURU
Kangurunun birinin yavrusu olmazmış Bir tavşanı evlat edinip torbasına koymuş Kanguru memnun, tavşan mutlu Ama diğer kangurular kızgınmışlar.
Tavşandan kurtulmak için, bir plan yapmışlar Onlar uykudayken tavşanı kaçırmışlar Kanguru uyanınca bakmış torbası boş Şaşırmış kalmış buna olmuş içi bir hoş.
Kanguru zehirli yılanla anlaşma yapmış Torbada yılan, kanguru kangurular arasında Yılandan korkan kangurular tavşanı geri vermişler Plan plan içinde böyle olur demişler.
I WOULDN’T LIKE TO BE WITHOUT YOU
I wouldn’t like the world if given If crowns and thrones were promised, I wouldn’t like to stay without you and quiet It is not so easy to desert you I wouldn’t like it, wouldn’t like to be without you.
SENSİZ OLMAK İSTEMEM
İstemem dünyaları verseler Taçlar, tahtlar vadetseler Kalmak istemem tek başıma sensiz, sessiz O kadar kolay değil senden vazgeçmek Istemem, sensiz olmak istemem.
YOU ARE THE ONE
The stars had hung to the sky’s roof As if they had been a glimmering candle light The trees had come out from the earth’s deep heart, Had got the cradle to wag with untimely wind.
You’ve been in my heart with your endless love for months You must know how much I love you Don’t care about nonsensical words, let strangers talk Loving hearts are making the lover live with love
You are the one for me, I am full of longing Come to me baby, make my expectancy end Have such a great love that astonishes me Let the sunshine become dull near your love.
BİR TEK SEN VARSIN
Yıldızlar gökyüzünün tavanına asılmış Ansızın yanıp sönen birer mum ışığı Ağaçlar toprağın kara bağrından fırlamış Zamansız rüzgarlarla sallatırlar beşiği
Doyumsuz aşkınla aylar var ki kalbimdesin Seni ne kadar çok sevdiğimi bilmelisin Boş sözlere aldırma eller ne derse desin Seven kalpler yaşatacak aşklarla aşığı
Bir tek sen varsın benim için özlem doluyum Beklentim son bulsun artık bana gel bebeğim Öyle büyük olsun ki aşkın hayret edeyim Aşkın yanında sönük kalsın güneş ışığı